Çocukluğumdan beri en sevdiğim çiçektir Gelincik. Hüzünlü, narin ve esmer…
Kendi halinde bir çocuktum. Ailemden oyuncaklar istemez,
kendi ürettiğim ve bazen türettiğim şeylerle oynardım. Kimi zaman bir taraktı bu,
kimi zaman bir çorap. Çoğu zaman
kağıtlara bebek resimleri çizip, onları kesip oynadım. Kağıttan barbi
bebeklerimdi onlar benim. Öyle çok barbi bebeğim vardı ki… Köye gidince de
gelincik çiçekleri ile oyun oynardım, konuşurdum, dertleşirdim. O zamanlar
büyüyüp evlenince bende kırmızı gelinlik giyinip gelincik olmak isterdim. Çok
severim gelincikleri çok. Onları dalında seyretmek daha büyük zevk veriyor
şimdi.
Gelincikler; kırmızı gelinlik giyinmiş, esmer uzun saçlı
gelinlerimdi benim fakat gelincik çiçeği; hüzünlü, yaralı kalpleri,
kavuşamamayı, unutamamayı simgelermiş… Bitmeyen bir aşkın, bitmeyen şarkısıymış
meğer gelincik.
Bundandır ki; Farid Farjad’ın kemanını ağlatan bir hüzün
olmuş… Ve yüreğinde gelincikler açanlar bilirler! O nerede isterse orada karşılar baharı. Ve ne
zaman bir gelincik görsem yüzümde bir tebessüm belirir, mutlu olurum. Gelinciğin hüznünü, yalnızlık eşliğinde mutlaka
dinlemelisiniz. Gözlerinizi kapatıp koyu kırmızı ve yeşilin hakim olduğu bir tarlada olduğunuzu düşleyip dinlemenizi tavsiye ederim. Benim gibi yazmayı sevenler ise eline kağıdını, kalemini alıp öyle dinlemeli ki yüreğindeki gelincikler dile gelsin...
Gelincik sevgidir, gelincik sevgilidir… Rüzgara direnen
güçlü çiçek, dokunursanız yapraklarını dökecek
kadar da narindir. Gelincik ismi geleneksel
Türk gelinliklerinin kırmızı olmasından gelirmiş. Ve bir bölgede çok asker
ölürse orada gelinciklerin açtığı rivayet edilirmiş. Romalılar da ise karasevdaya
düşenlere gelincik çiçeğinin şerbeti içirilir, bunun aşk acısını hafiflettiği
düşünürlürmüş. Öyle yabani ot deyip geçmeyin, ne acıları, ne hüzünleri, ne
düğünleri simgelemiş…
Çocukluğumda ki hayalimi kırmızı nişan elbisesi giyinerek gerçekleştirdim.
Gelincik oldum bende; Narin, hüzünlü ve esmer…